Kyoto’ya vize verdik
2012’den önce Kyoto Protokolü’nü imzalama kararı alan Türkiye’yi, maliyeti yüksek yatırımlar beklese de uzmanlar, bu protokolün kabulünün büyük yarar sağlayacağı görüşünde.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin ciddi sorunlar yarattığı günümüzde, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında imzalanan Kyoto Protokolü’nün de önemi günden güne artıyor. Bu protokolü imzalayan ülkeler, sera etkisi yaratan gazların salınımlarını 2008-2012 yılları arasında yüzde 5,2’ye düşürmeyi kabul etmiş oluyorlar.
Diğer yandan, geçtiğimiz Temmuz ayında Japonya’da gerçekleşen G-8 Zirvesi’nde, 2050’ye kadar karbon emisyonlarının en az yüzde 50’ye düşürülmesi konusunda uzlaşan ülkeler, bu konuyu belirleyecekleri "ara hedefler ve ulusal planlar" çerçevesinde BM’ye taşıma konusunda da mutabakata vardılar.
G-8 Zirvesi’nde bu gelişmeler yaşanırken, ilk beş yıllık uygulaması bitmek üzere olan Kyoto Protokolü’nü, gelişmiş ülkeler seviyesinde yaptırımlara tabii tutulduğu gerekçesiyle imzalamayan Türkiye ise, protokolü imzalamaya hazırlanıyor. Araştırmalar sonucunda küresel ısınmaya sebep olan gazların artışında dünya rekortmenlerinden biri olduğu ortaya çıkan Türkiye’nin, 2012’den önce imzalamaya karar verdiği protokolün ekonomik ve finansal yansımalarının neler olacağı ise şimdiden merak konusu.
Farklı enstrümanlar
AB tam üyelik müzakere sürecinde olan Türkiye’nin, Kyoto Protokolü’ne taraf olmamasının, bu süreci olumsuz etkileyeceğini belirten İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selahattin İncecik, bazı AB ülkelerinin Protokol’e taraf olma sürecinde, 1990-2004 arası emisyonlarının yüzde 40’lara varan artışlar gösterdiğini vurguluyor. Bu konuda 1990’da yüzde 25 (hâlâ emisyonları yüksek) emisyon seviyesine sahip olan Yunanistan örneğini hatırlatan İncecik, “Türkiye’nin CO2 emisyonlarını 2012 sonuna kadar 1990 seviyesine indirmesi imkânsız. Bu nedenle bizim daha farklı enstrümanları kabul ettirebilmemiz gerekir. Örneğin, iklim değişikliğine karşı özellikle enerji verimliliğinin arttırılması üzerinde durabiliriz. Sonuçta Kyoto Protokolü’nü imzalamada yaşanan her gecikme, Türkiye’nin zararınadır. 2012’den önce sözleşmeyi imzalarsak, 2012’den sonraki gelişmeler üzerinde de söz sahibi olabileceğiz. Aksi takdirde, o şansı kaçırabileceğimiz gibi daha olumsuz şartlarla da karşılaşabiliriz. Bu aşamada, Türkiye’nin emisyon artırımını kabul ettirmesi söz konusu olmalıdır” sözleriyle, Kyoto Protokolü’nün erken imzalanmasının önemini vurguluyor.
Türkiye’nin CO2 emisyonları üzerindeki en büyük payının enerji sektöründen geldiğine de dikkat çeken İncecik, acilen yapılması gerekenleri ise “Termik santrallerin modernizasyon çalışmalarında önemli yatırımlara ihtiyaç duyulacağı gibi, son kullanıcıda enerji verimliliğinin artırılması, sanayide kojenerasyonun yaygınlaştırılması gibi yeni yatırımlara da ihtiyaç olacaktır” şeklinde özetliyor.
Karbon yatırımı
Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye İklim Değişikliği Proje Yöneticisi Yunus Arıkan, Kyoto Protokolü’ne 2012’den önce dâhil olmayacağını belirten Türkiye’nin, Protokol’ü daha erken imzalayacağını açıklamasıyla ilgili olarak, “Bu durum, Kyoto Protokolü ya da BMİDÇS ile değil, hemen hemen tüm uluslararası sözleşmelerde Türkiye’nin konumunun nasıl tanımlandığı ve doğru anlaşılıp anlaşılmadığıyla ilgilidir” yorumunu yapıyor.
Arıkan, Protokol’ün Türkiye ekonomisine etkisiyle ilgili de şu bilgileri veriyor: “2008 itibarı ile 180’den fazla ülkenin taraf olduğu Kyoto Protokolü içerisinde sadece Ek-B listesinde yer alan 38 ülke ile AB’nin sera gazı salınım azaltma yükümlülüğü bulunuyor. Dolayısıyla, Ek-B Listesi’nde yer almayan Türkiye’nin, 2012’ye kadar protokole taraf olması durumunda, herhangi bir salınım azaltım yükümlülüğü olmayacaktır. Diğer yandan Türk hükümeti, 2012 yılına kadarki süreçte, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, toplu taşımacılık, atık yönetimi alanında çağdaş uygulamaların önünü açarak, 2012 sonrasına daha iyi hazırlanabilir. Hatta Türk hükümetinin başarılı bir müzakere yürüterek, 2012 sonrası dönemde karbon satıcısı ülke konumunu kazanması halinde, hâlen tüm dünyada 100 milyarlarca dolarlık bütçeye ulaşan, ancak konumu nedeniyle çok küçük bir bölümünün gelebildiği karbon yatırımları, 2012 sonrası dönemde Türkiye’de yukarıda örneklenen yatırımların finansmanında değerlendirilebilir”.
Uçurumun kenarı
BM İklim Değişikliği Sözleşmesi Ek 1 (sanayileşmiş ülkeler) Listesi’nde yer alan 41 ülke içinde Türkiye’nin, CO2 ve diğer sera gazları salınım oranında (1990 ile 2004 yılları arasında yüzde 74,4 artışla) en ön sırada yer aldığının altını çizen Kurt’a göre, iklim değişikliği açısından uçurumun kenarında bulunan Türkiye’nin acilen kalıcı önlemler alması gerekiyor. Diğer yandan, sadece Kyoto Protokolü için değil, AB Çevre Müktesebatı’na uyum sağlanabilmesi açısından da Türk sanayinin yatırım ihtiyacının olduğuna dikkat çeken Kurt, “Türkiye’deki sanayinin gelişmiş ülkelerdeki gibi çevreye ve ekolojiye duyarlı bir düzeye gelebilmesi için, Çevre Bakanlığı’nın 2006 yılında hazırlamış olduğu Ulusal Çevre Eylem Planı’na (UÇEP) göre, 70 milyar avro tutarında bir yatırım ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu tutarın yüzde 33’ü özel sektör tarafından yapılacak olan endüstriyel kirliliği önleme yatırımlarıdır ki, bu yatırımlar yapıldığında Türk sanayii, hem Kyoto Protokolü edimlerine hem de AB Çevre Müktesabatı’na uygun hale gelecektir. Özetle, ekolojik kaygıları dikkate alarak ekonomimizi büyütmek artık kaçınılmaz olmuştur” yorumunu yapıyor.
Finans sektörü
Proje temelli ‘ortak yürütme’ ve ‘temiz kalkınma’ enstrümanlarının yanı sıra Protokol’e taraf olmadan uygulanabilecek ‘Gönüllü Market’ sistemine de değinen İncecik; “Türkiye’nin host country (ev sahibi ülke) kabul edilerek, örneğin bir termik santralın modernizasyonu için bir başka Ek-1 ülkesinin yatırım yapmasını sağlayarak, CO2 emisyonlarında azaltma kaydedebiliriz.. Projeye yatırım yapacak ülke, düşürdüğü emisyon kadar kendisine kredi (karbon) sağlayacağı için, bu durumda Türk finans sektörü ile bir ilişki söz konusu olmayacaktır. Bunun dışında yapılacak enerji ve sanayi yatırımlarının finansmanı şu anda netleşmiş bir konu değil, ancak bu konuda bir kapasite çalışması yapılması gerekiyor” diyor.
Türkiye bankacılık sisteminde, düşük karbonlu ve temiz teknolojilerle üretim gibi iklim değişikliğine ve ekolojiye duyarlı finansal çözümlerin, ileriki yıllarda daha da önem kazanacağını vurgulayan Kurt, “Türkiye’nin çevre, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, temiz teknolojilerle üretim yatırımlarının finansmanı için, 2000’li yılların başından bu yana özel konseptli yatırım kredileri sağlıyoruz. TSKB, bugüne kadar 52 hidroelektrik, 2 rüzgâr, 2 jeotermal ve 1 bio-kütle olmak üzere 57 adet yenilenebilir enerji yatırımını finanse etmiştir. Kapasite olarak bu yatırımların toplam büyüklüğü 2.062 MW'dır ve bu miktar, Türkiye yenilenebilir enerji toplam kurulu gücünün yüzde 15'ine karşılık gelmektedir. Aynı şekilde, kredi portföyümüzde çevre kirliliğini önleyen yatırımların (atık su arıtma, katı atık yönetimi projeleri, gaz emisyonlarını düşürme, enerji ve girdi tasarrufu sağlayan yatırımlar gibi) finansmanı da büyük pay alıyor” diyor.
Türk finans sektörünün, özellikle kredilerin kullanılmasında çevre ve karbon dostu yatırımlara öncelik vereceğinin altını çizen Arıkan ise; “Özellikle 2012’den sonraki süreçte Türkiye’nin uluslararası karbon piyasasında doğru şekilde yer alması halinde, çevre yatırımlarında yepyeni bir süreç başlayacak. Bu açıdan Türk finans sektörü kendini, 2012 sonrasına hazırlamak için gerekli girişimlere şimdiden başlamalı” diyerek, önemli bir konunun altını çiziyor.
Kyoto Protokolü açılımıyla, Türkiye’deki endüstriyel faaliyetlerde yeni bir yapılanmanın beklendiğini ifade eden TSKB Mühendislik Yöneticisi ve Çevre Koordinatörü Hülya Kurt; Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerin, AB iklim değişikliği politikası ile uyumlu şekilde gösterebileceği gelişmeleri şöyle sıralıyor:
• Düşük karbonlu üretim, temel manifesto olacaktır.
• Düşük karbonlu ve yüksek verimli teknolojiler kullanılacaktır. Karbon salınımını kaynağında, daha ortaya çıkmadan azaltan üretim yöntemleri tercih edilecektir.
• Enerji verimliliğine, yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimine, çevre dostu teknolojilerin kullanımına ağırlık verilecektir. Ülkemizde yenilenebilir enerji olarak bilinen, hidroelektriğe ilave olarak, özellikle rüzgâr ve çöpten elektrik üretimi (bio-kütle) konularında yoğunlaşma olacaktır.
• Yüksek enerji tüketen demir-çelik, çimento, lojistik gibi sektörlerde, karbon emisyonunu azaltmak, rekabet parametreleri arasında yer alacaktır.
• Hâlen gönüllü karbon piyasaları ile yürütülen karbon satışları için gerekli altyapı kurularak karbon piyasası oluşacaktır”
Kyoto Yolu’nda yürütülen çalışmalar
BMİDÇS’ni imzalayan Türkiye’nin, Kyoto Protokolü'ne taraf olmadığı halde üzerine düşen pek çok görevi yapmaya başladığını belirten Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, yürütülen çalışmalarla ilgili şu bilgileri veriyor: “CO2 emisyonunun ve yeni kurulacak olan santrallerde kükürt rezervlerinin azaltılması gibi ciddi tedbirlerin yanı sıra enerji tasarrufu konusunda da ciddi bir program başlattık. Ayrıca, CO2’den fazla sera etkisi yaratan metan gazı ve nükleer kaynakların emisyonlarının azaltılması, toplu taşımacılığın ön plana çıkarılarak, eski araçların trafikten çekilmesi yönünde de çalışmalar yürütüyoruz.”
İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu’ndan müzakereye hazırlık kapsamında, Türkiye’nin alabileceği mükellefiyetler ve maliyetlerinin neler olabileceği hususunda hesaplamalar yapmalarını talep ettiklerini de belirten Eroğlu, sözlerini şöyle sürdürüyor; “Tüm kurumlar DPT’ye verdiğimiz talimat doğrultusunda DPT başkanlığında 2012 sonrası üstleneceğimiz maliyetler için çalışıyor. Şüphesiz, Polonya ve Danimarka'da yapılacak müzakerelere katılmamız da ülkemizin durumunun belirmesinde önemli olacaktır. Neticede, Kyoto Protokolü'nün imzalanması için çalışmalarımızı hızlandırdık TBMM' de kabul edilmesinin ardından, bu protokole taraf olacağız".
Activeline Dergisi'nin 100.sayında yayınlanan haberim
Etiketler: Dergilerde yayınlanan haberlerim
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa